DEPREMLER, AFETLER, KAZALAR, ÖLÜMLER. ÇIKARDIĞIMIZ DERS; YA SUSKUNLUK, YA İNAT! Değerli Basın Mensupları, Öncelikle geçtiğimiz günlerde Japonya`da meydana gelen deprem, Tsunami ve ardından Fukushima Nükleer Santrali`ndeki radyasyon sızıntısı ve patlama tehlikesi sebebiyle duyduğumuz üzüntüyü sizlerle paylaşmak isteriz. Kendi meslek alanlarına giren konularda ülkesi yararına; bilimsel, yönetsel ve gerektiğinde ekonomik çalışmalar yapan TMMOB`ye bağlı Kimya Mühendisleri Odası olarak; gelecek nesillerin ve gasp edilen çevrenin yaşama hakkını savunmak için bu açıklamayı yapmayı zorunlu görüyoruz. Sanayi kuruluşlarından herhangi birinin, olası bir depremde kimyasal patlama veya yangına sebebiyet verme riski çok büyüktür. Özellikle Organize Sanayi Bölgelerinde oluşacak patlama ve yangınlar, domino etkisi yaratarak kentler için felaketlere neden olabilir. Nitekim son zamanlarda yaşanan kimyasal kazalar ve patlamaların insan sağlığına ve çevreye vereceği zararlar göz önüne alındığında, gerekli tedbirlerin alınması, konunun hassasiyetle önemsenmesini gerekli kılıyor. Basın açıklamasının devamı için lütfen tıklayınız o 17 Ağustos 1999 yılında meydana gelen depremin sonucunda oluşan TÜPRAŞ yangını, işletmelerin aldığı önlemlerin en üst düzeyde ve teknolojide olmasına rağmen doğal felaketler sonucunda olabildiğinin kanıtıdır. o 2004 yılında Mersin`de Anadolu Tasfiyehanesi A.Ş.`de (ATAŞ Rafinerisi) 102 numaralı tankta 25 Temmuz Pazar günü çıkan yangın 29 saatte söndürülebilmişti. o 20 Nisan 2010 tarihinde Meksika Körfezi`nde BP` ye ait petrol platformunun patlamayla batması sonucu milyonlarca litre ham petrol sızıntısı meydana gelmiş, dünyadaki en büyük çevre felaketlerinden birine neden olmuştu. o 4 Ekim 2010 Pazartesi günü Macaristan‘ın Kolontar kentinde kurulu bulunan Ajkai alüminyum üretim tesisine ait atık çamur bekletme havuzunun duvarları yıkılmıştı. Bu yıkılmayla, 1 milyon ton tehlikeli atık, birçok yerleşim bölgesini yıkıp geçmiş, bölgede bir daha yaşanamayacak derecede tahribata neden olmuş ve Marcal ile Raba ırmaklarındaki canlı yaşamına son vererek, tüm önleme çabalarına karşın ne yazık ki Tuna Nehri`ne ve oradan da Karadeniz`e ulaşmıştı. Yaşanan bu kazalara OSTİM`de İvedik`te, Batman TPAO`da pek çok örnek eklenebilir. Bu ve benzeri olaylar kimyasallarla çalışmalarda alınacak önlemlerin ne denli önemli olduğunun bir göstergesidir. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde kimyasalların yönetimi ile ilgili yazılı kurallar ve bunların uygulamalarında yaşanan sorunlar her gün karşımıza gelmektedir. Özellikle Türkiye`de bu kuralların ne kadar yeterli olduğu ve ne kadar anlaşılıp, ne kadar uygulanabildiği herkesin malumudur. Bizler eminiz ki bu kazaların öncesinde de devlet gerekli tedbirleri almıştı ve görevinin başındaydı. (!) Nükleer santrallerin piknik tüpü ile karşılaştırılarak anlatımı ise devletimizin en üst düzeyde gerekli önlemleri nasıl alabileceğinin göstergesidir. (!) Her alanda olduğu gibi piyasa üstünlüğü ve denetimsizliğe bağlı olarak kazalardaki artışın net bir şekilde karşımızda durduğu bu ortamda, yeniden ve yine nükleer güç santrallerinden ve nükleer enerjiden bahsedilmektedir. Peki, nedir nükleer santraller ve nükleer enerji? Nükleer enerji basit olarak şöyle tanımlanabilir. Ağır radyoaktif atomların daha küçük atomlara bölünmesi veya hafif radyoaktif atomların birleşerek daha ağır atomları oluşturması sonucu ortaya çıkan enerjidir. Bu kimyasal enerji ile Nükleer santrallerde, Uranyum gibi ağır radyoaktif atomların daha küçük atomlara bölünmesi işlemi sırasında ısı açığa çıkar. Bu ısı suyu ısıtarak buhara dönüştürür. Nükleer reaktörlerde elde edilen bu buhar ile türbin çevrilerek elektrik üretilir. Kıyaslamalı bir ifade ile 1 kg uranyumdan elde edilen enerji, 1 kg kömürden elde edilen enerjinin 2 milyon katından daha fazladır. Nükleer santrallerin hammadde temini, işletimi şartlarının güvenliği ve nihai enerji üretiminin risklerine girmeyeceğiz. Çünkü bu konular yeterince ülkemizde tartışılmaktadır. Nükleer santrallerin gözden kaçan veya henüz tartışılmayan en önemli sorunlarından bir diğeri de Radyoaktif atıklardır. Bu atıklar ve taşıdığı riskler maalesef günümüz teknolojisi ile tam anlamı ile yok edilememektedir. Nükleer santrallerden çıkan bu atıklar önce soğuk su havuzlarında yaklaşık 5 yıl kadar dinlendirilir. Ardından ara depolarda yaklaşık 40 yıl kadar bekletilir ve sızdırmaz(!) varillere konup yerin yaklaşık 700 metre altına ya da okyanus derinliklerine gömülür. Sonuç olarak; geleceğe miras olarak yeraltında depolanmış radyoaktif maddeler bırakılmış olunacaktır. Peki! Japonya`da yaşanılan deprem sonrası toprak altındaki bu sızdırmaz kapların, hala sızdırmaz olup olmadığı bilinmekte midir? Avrupalı uzmanların bile Çernobil faciasını 7 skalasında varsayarak Japonya`daki sızıntının 6 şiddetine ulaşmış olduğu gerçeğinin bilinci ile 1986`da yaşanan Çernobil kazası sonrasında oluşan bazı rakamlara bakarsak olayın ne kadar vahim ve ciddi boyutta olduğunu görebiliriz: - 1986-2000 yılları arasında, kaza sırasında henüz çocuk olan 1400 gencin ameliyatla tiroit bezleri alınmak zorunda kaldı. (Troit kanserini önlemek için)
- 3 milyondan fazla insan faciadan doğrudan etkilenen Çernobil kurbanları statüsünde kayıtlı bulunuyor.
- Şu anda bir milyonu çocuk olmak üzere 3,5 milyon insan, Ukrayna`nın radyasyonla kirlenmiş topraklarında yaşamaktadır.
- Sakat doğumlar ve büyüme bozuklukları Ukrayna`da %230, Beyaz Rusya`da ise %180 artmıştır.
- Ukrayna`nın, Çernobil kazası nedeniyle kaybı yaklaşık 150 milyar dolardır.
- 7,1 milyon insanın gelecekte ciddi sağlık sorunları yaşaması beklenmektedir.
- 3 milyon tedavi görmesi gereken çocuk
- 600.000 radyasyona maruz kalma açısından sürekli izlenmesi gereken insan
- Yıllarca tarım yapılamayacak arazi.
Çernobil; Ukrayna`da yüzlerce ölü, yıllarca tarım yapılamayacak arazi, binlerce kanserli insan ve onlarca yıl kanser tehdidi altında yaşayacak nesiller bırakmıştır. Ve kaza yapan reaktör şu an toprağın altındadır, daha da tehlikeli olan şu an toprak altında ne olduğunu kimse bilmemektedir. Meteorolojik hava akımlarıyla Batı Karadeniz`e gelen radyasyon bulutları, bölgede yetişen ürünler ve çevresel koşullar nedeniyle insanlar üzerinde kuşkusuz olumsuz etkiler yapmıştır. Her ne kadar rakamlara kanser oranındaki artış yansıtılmasa da bölge halkı bu artışı çok net bir şekilde yaşamaktadır. Yapılan araştırmalar, Karadeniz`de her ailede kanser vakalarının olduğunu göstermiştir. Değerli basın mensupları, Japonya`da radyasyonla mücadele amacıyla dağıtılan İyot hapları ile ilgili de yanlış bilinen bir gerçeği düzeltmek gereklidir. Dağıtılan iyot hapları sadece ve sadece troid kanserine karşı korumayı amaçlamaktadır. Troid bezinin iyot ile doldurulması sebebiyle radyoaktif maddelerin troid bezine yerleşmesinin engellenmesinden öte bir amaç taşımamaktadır. Özetle İyot hapı radyasyon etkisini tamamen ortadan kaldırmaya yetecek çözüm değildir. Değerli basın mensupları, Yakın geçmişimizden sizlerin de yakından takip ettiği birkaç olayı hatırlatmak gerekiyor. Bizler nükleer tepkimelerle kıyaslanamayacak kadar küçük riskler taşıyan kimyasalları ülke olarak yönetmeyi başaramadığımızdan maalesef Ostimi, İvediği yaşadık, Kütahya`da LPG taşıyan tankın patlamasına tanık olduk, Antalya`da ve Diyarbakır`da LPG dolum istasyonlarında patlamalar yaşadık, Bursa ETBA`da amonyak sızıntısından insanlarımızı zehirledik. Bu durumda, Türkiye riskleri açısından bu örneklerle kıyaslanamayacak kadar büyük olan Nükleer Santraller projesini yönetebilecek midir? Bizler uyarıyoruz! TC Anayasası, madde 56`da; "Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir..." denmektedir. Sıraladığımız bunca riske rağmen, ülkemizde nükleer santral yapımına izin veren, hem devlet yetkilileri, hem de buna göz yuman vatandaşlar olarak, bugünümüze ve geleceğimize olan görevimizi hakkı ile yerine getirebiliyor muyuz? Saygılarımızla, TMMOB KİMYA MÜHENDİSLERİ ODASI Yönetim Kurulu |