İnsanlık tarihinin başlangıcından bu yana insanoğlu çalışan, üreten ve değer yaratanlar ile bunları emek, çalışma ve çaba sarf etmeden sahip olmak isteyenlerin arasındaki çatışmalara sahne olmuştur. Köleci toplum bu şiddetin en acımasız ve kaba şekilde yaşandığı bir dönemdir. İnsanoğlunun toprakla ilişkisi onu her ne kadar üretmeye zorlamışsa da topraklara sahip olan derebeyleri serflerin emeğini bir şekilde ellerinden almıştır. Üretimin toplumsallaşması ile modern çağa evrilen kapitalist toplumlarda ise sömürü ve köleliğin en önemli aracı olan savaş insanlar, toplumlar ve ülkeler arasında biçim değiştirerek süregelmiştir. Daha iki gün önce kutladığımız 30 Ağustos, tarihimizde yaşanan ve Anadolu`yu paylaşmak üzere saldırganlaşmış emperyalizme karşı verilmiş bir savaş değil midir? Bütün savaşların temelinde savaşı kurgulayanların çıkarı, haksız emek gaspı yatar. Ama hiçbir zaman bu açık seçik dile getirilmez. Ya insanların milliyeti, ya inancı ve mezhebi ya da farklı bir dünyadan yana olmaları gibi politik, ulusal ve dinsel motifler bahane edilerek savaşlar çıkartılır. Bazen işbirlikçiler ya da piyonlar aracılığı ile bu savaşlar tezgahlanır. Daha çok kar, daha çok hâkimiyet için insanların, ülkelerin serveti, doğal kaynakları, zenginlikleri kendileri daha iyi yaşasın diye kaçırılır, yağmalanır. Peki, barış bu insanların neresinde, barıştan yana olan insanlar, ülkeler neler yapmaktadırlar, ne yapıyorlar? Barış kendiliğinden ortaya çıkan bir durum değildir. İnsanlar arasında da, ülkeler arasında da barışın tesisi için emek gerekir. Bilinçli, direngen, üretken ve bir o kadar da onurlu bir tavır gerekir. Çünkü barışı hak etmek gerekir. Dünya kurulduğundan buyana egemenler; özellikle de kapitalizmin 20 yüzyıldaki bunalımını aşmak üzere çatışmanın, düşmanlığın ve savaşın dilini egemen kılmaya çalıştılar. Ardı ardına yaşanan iki dünya savaşının trajik sonuçları daha unutulmadı. Daha kolay sömürmek için, daha kolay ezmek için yapay nedenler, insani olmayan fiili durumlar yaratılıp savaşlar çıkarılıyor. Bu uğurda insanlar, halklar, ülkeler birbirine düşman ediliyor. Ülkeler işgal ediliyor, parçalanıyor. Oysa dünyamız zengin, herkese yetecek kadar kaynak var. Yeter ki adalet olsun. Barışın olması için, yoksulluğun yok olması için, sömürünün yaşanmaması için Dünya`nın bütün coğrafyalarında adalet duygusunun yerleşmesi gerek… Adaletin olmadığı yerde barış olmaz, kardeşlik olmaz, sevgi olmaz… Kapitalizmin bunalım döneminin bir aşaması olan emperyalizm daha çok sömürmek, pastadan daha çok pay almak için farklılıkları düşmanlık için kullanmaktadır. Oysaki farklılıklarımız zenginliktir. Demokrasi de bu farklılıklarla birlikte yaşamaktır. Egemenler nüfuz alanlarını ve hâkimiyetlerini güçlendirmek için Filistin‘de, Suriye‘de, Irak‘ta, Rojava‘da, Şengal‘de halkları boğazlayarak kan akıtmaya devam etmektedir. Emperyalist savaş, halkları birbirine düşman ederek bizim de içinde yaşadığımız Ortadoğu`yu daha kolay sömürebilmek, kaynaklarını talan edebilmek için hakların birlikte barış içinde yaşamasını engellemeye çalışmakta, yapay düşmanlıklar yaratmaktadır. İsrail Gazze‘de, IŞİD ise Irak ve Suriye‘de çocuk, genç, kadın, yaşlı demeden sivilleri öldürmekte ve açıkça Emperyalizme hizmet etmektedir. Geçmişte Güney Amerika, Afrika ve Asya`nın değişik bölgelerinde yaşanan bu savaş iki yıl önce Afrika`nın kuzeyinden başlayıp adeta bir domino etkisi ile sınırlarımıza kadar gelip dayanmıştır. Barışın ve kardeşliğin uzak olduğu bir dünyada barıştan bahsetmek zor olacaktır elbette. Yoğunluklu bir paylaşım savaşının yaşandığı zamanlardan geçiyoruz. ABD emperyalizminin orta doğuda enerji kaynaklarına sahip olma ve neo-liberal sömürü düzenini Ortadoğu ve Asya`ya kaydırma amacıyla yürüttüğü sömürü politikaları örtülü ve açık müdahalelerle devam ediyor. Şimdi ülkede, bölgede ve dünyada barış talebini yükseltmenin, kardeş halkların kalplerini körelten kin ve nefret söylemlerine karşı sevgi ve barış tohumları ekmenin, özlem duyduğumuz barış ve kardeşlik için mücadele etmenin zamanıdır. 1 Eylül Dünya barış gününde emperyalist müdahalelere ve savaş politikalarına karşı insanların kardeşliği için herkesi barışın sesini yükseltmeye çağırıyoruz. TMMOB Kimya Mühendisleri Odası, geçmişten bugüne taşıdığı toplumsal sorumlulukları doğrultusunda sanayileşmiş, kalkınmış, demokratikleşmiş, laik bir Türkiye için, karanlığa, ayrımcılığa, savaşlara, emperyalist çıkarlara karşı ülkemizde, bölgede ve dünyada barışı savunmaya devam edecektir. Kentlerin içerisine yapılmak istenen termik santrallerin, ülkemizi yok edecek nükleer santrallerin, doğayı, suyu ve havayı kirleten, insanı öncelik almayan bütün projelerin ve tesislerin insanlık için bir tehdit olduğunu belirterek barış içinde bir dünya ve Türkiye için meslektaşlarımızı ve kamuoyunu içte ve dışta barıştan yana aktif tutum almaya çağırıyoruz. TMMOB Kimya Mühendisleri Odası 44. Dönem Yönetim Kurulu |