11 Ocak2016 tarihinde bir grup akademisyen kendi açılarından Türkiye‘nin Güneydoğusunda birkaç aydan buyana süregelen ve sivil halkın da ciddi bir şekilde zarar gördüğü, evlerini terketmek zorunda kaldığı ve yüzlerce trajik ölümle ilgili açıklama yaparak devlete düşen sorumluluğu değerlendiren ve barış taleplerini dile getiren bir metni kamuoyu ile paylaşmışlardır. Bu paylaşım Hükümet ve devletin bazı kurumlarınca demokrasilerde görmediğimiz bir şekilde tepkiyle karşılanmış ve eleştirilmiştir. Önemli bir kısmı ülkemizin değişik üniversitelerinde öğretim üyesi olan bu kişilerin düşüncesi her olursa olsun bütün çağdaş demokrasilerde olduğu gibi kişilerin düşüncesini açıklama özgürlüğü kapsamında değerlendirilerekdinlenmelidir. Anayasamızın ilgili maddeleri ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi kapsamında hiçbir düşünce suç değildir ve kişiler düşüncelerini açıklamakta özgürdür. Bu tavır ve düşünceden ötürü bilim insanlarının hakarete uğraması hele hele gözaltına alınması, haklarında soruşturmalar açılması, kapılarının işaretlenmesi gibi tutumlar kabul edilebilecek bir davranış değildir. Sözkonusu metni imzalayanları "terör örgütünden yana olmakla", "haddini bilmemekle", "mandacı olmakla" suçlamak, "karanlık", "müsvedde" gibi sözlerle nitelendirmek ve "tüm ilgili kurumları" göreve davet etmek ne yazık ki ülkenin ihtiyaç duyduğu iç barışı zedelemekten ve geciktirmekten başka bir işe yaramayacaktır. 7 Haziran seçimi akabinde başlayan ve günümüze kadar devam eden çatışma hali ülkeyi bir içsavaşın eşiğine getirmiştir. Bu çatışmalarda binin üzerinde insan hayatını kaybetmiştir. Çocuklar babasız, kadınlar kocasız kalmıştır. Yıllardan buyana süren çatışmasızlık ortamı nasıl olmuştur ki birden bire bozulmuş ve ülkenin bir yanı kan revan içerisine gömülmüştür. Süregelen yerel çatışmalar önce Suruç` ta sonra Ankara` da ve en sonunda ise İstanbul Sultanahmet` te kitlesel katliamlara dönüşmüştür. Bütün bu süreç, yaşanılanların çatışmanın yoğun olarak yaşandığı yerlerle sınırlı olmadığı ve resmin daha geniş bir perspektif ile değerlendirilmeye muhtaç olduğunu göstermektedir. Kuzey Afrikanın batısından başlayan "yık-parçala-yok et emperyalizme yem et "süreci uzun yıllardan buyana neoliberal politikalar altında zaten içten içe ekonomik ve sınıfsal anlamında ezilen ve deyim yerindeyse adeta yangın ortamına dönüşmüş ülkemiz kapısına gelip dayanmıştır. Postmodern çağın emperyalizmi küresel saldırı; artık içeridedir ve ülkede her gün başka bir yerde toplu katliamlar yaşanmaktadır. Bu nedenle süregelen çatışmaların durması için hangi kesimden gelirse gelsin bütün barışçağrıları önemle değerlendirilerek dikkate alınmalıdır. Barış çağrısı vicdanlı yüreklerin sesidir. Bu nedenle hiç kimse düşüncesi, sözleri, inançları, fikirleri, mezhebi ya da başka bir seçimi nedeniyle hedef gösterilmemeli, suçlanmamalı, cezalandırılmamalıdır. Üstelik ülkede "oluk oluk kan akıtılacağını" açıkça söyleyenler hakkında hiçbir işlem yapılmazken akademisyenler hakkında işlem yapılması hiçbir vicdana ve adalet anlayışına sığmamaktadır. Biz Kimya Mühendisleri Odası olarak; şiddet kimdenve nereden gelirse gelsin karşısında olduğumuzu, çatışma halini, ölümleri ve katliamları onaylamayıp aksine lanetlediğimizi, şiddetin şiddeti doğuracağını, kim mağdursa, kim eziliyor ve haksızlığa uğruyorsa milliyeti, cinsiyeti, dili, dini, siyasal görüşü her ne olursa olsun koşulsuz, amasız, fakatsız onun yanında ve ondan yana olduğumuzu kamuoyu ile paylaşmak istiyoruz. TMMOB Kimya Mühendisleri Odası 44. Dönem Yönetim Kurulu |