TMMOB`nin ülke genelindeki özelleştirmelerin sorgulanması ve toplu bir bilanço çıkarılması amacıyla düzenlediği "TMMOB Türkiye`de Özelleştirme Gerçeği Sempozyumu"nun üçüncüsü 5 Aralık 2009 tarihinde Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi`nde gerçekleştirildi. TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı‘nın açılış konuşmasıyla başlayan sempozyumda, özelleştirmenin günümüzde geldiği nokta, emek örgütlerinin üyeleri ve uzmanları ile bilim insanlarınca tartışıldı. Sempozyumun ilk oturumunda "Ülkemizde ve Dünya‘da Yaşanan Özelleştirmelerin Genel Değerlendirmesi" yapıldı. Sunuşunu Prof. Dr. Korkut Boratav‘ın gerçekleştirdiği oturumda Prof. Dr. Bilsay Kuruç ve Prof. Dr. İzzettin Önder konuşmacı olarak yer aldı. Prof. Dr. İşaya Üşür‘ün sunuşunu gerçekleştirip, Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu ve Doç. Dr. Filiz Çulha Zabcı‘nın konuşmacı olarak yer aldığı ikinci oturumda ise "Özelleştirmelere Karşı Yeniden Kamu ve Sosyal Devlet Anlayışı" konusu ele alındı. Sempozyumun üçüncü oturumunun konusu "Yaşanan Küresel Ekonomik Kriz Karşısında Yeniden Kamu Girişimciliği" idi. Prof. Dr. Aziz Konukman‘ın sunuşu yaptığı oturumun konuşmacıları Ekonomist Yazar Mustafa Sönmez ve Prof. Dr. Sinan Sönmez oldu. Sempozyumun son oturumda emek örgütlerinin temsilcileri "Özelleştirmelerin Sonuçları ve Toplumsal Yansımaları"nı tartıştı. KİGEM Genel Sekreteri Ayla Yılmaz‘ın sunuşuyla başlayan oturumda, konuşmacı olarak DİSK temsilcisi Erhan Bilgin, KESK temsilcisi Erdal Apaçık, TTB temsilcisi Doç. Dr. Kayıhan Pala ve TMMOB adına Yönetim Kurulu Üyesi İlker Ertem yer aldı. TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı‘nın sempozyumun açılışında yaptığı konuşma şöyle: Değerli Konuklar, Sevgili Arkadaşlar, Türkiye‘de Özelleştirme Gerçeği Sempozyumumuza hoş geldiniz. Hepinizi TMMOB Yönetim Kurulu adına sevgiyle, saygıyla, dostlukla selamlıyorum. Birliğimiz, küresel kapitalizmin bilinen deyimiyle emperyalizmin dünya ölçeğinde dayattığı özelleştirmelerin ülkemizde de insanımıza nelere mal olduğu konusunda bilim insanları, uzmanlar ve emek meslek örgütleri ile birlikte tespitler yapmaya devam ediyor. Öncelikle herkes tarafından algılanmalıdır ki: Türkiye‘de Özelleştirme Gerçeği Sempozyumları dizimiz; özelleştirme karşıtlarının bir buluşma platformudur. Yüreği insandan, halktan ve emekten yana atanların buluşma platformudur. Ocak 2005‘te Birliğimizin çağrısı ile bir araya gelen TÜRK-İŞ, HAK-İŞ DİSK, KESK, TMMOB, TTB ve KİGEM temsilcileri, yapılan bir dizi toplantı ile 26-27 Mayıs 2005‘de 20. Yılında Türkiye‘de Özelleştirme Gerçeği Sempozyumu‘nu gerçekleştirerek bu sempozyum dizisini başlatmış oldular. Birinci sempozyumun birinci oturumunda bilim insanları "Küreselleşmenin önemli aracı özelleştirme" başlığı altında Dünya‘da ve Türkiye‘de kapitalizmin tarihsel değişimi, özelleştirme politikaları ve hukuksal savaşım konularındaki düşüncelerini ifade ettiler. İkinci oturumda 20. yılında özelleştirmenin Türkiye‘deki bilançosu ortaya konuldu. Enerji, telekomünikasyon, kimya-petrokimya, metalurji, tekel, tarım, ormancılık, madencilik, arazi ve kıyı, kâğıt, tekstil, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik ve yerel yönetimler alanlarında hazırlanan sektör sunumları katılımcılarla paylaşıldı. 3. oturumda "20. Yılında Özelleştirmelerin Sorgulanması" başlığı altında bilim insanları görüşlerini paylaştı. Türkiye‘de Özelleştirme Gerçeği Sempozyumunun ikincisi 13-14 Kasım 2008‘de Ankara‘da gerçekleştirildi. Bu sempozyumun açılış bildirisi ile "Türkiye‘deki özelleştirme uygulamalarına toplu bir bakış" yapıldı. I. Oturumda "Türkiye‘de özelleştirme olgusuna kamu hizmeti ve kamu mülkiyeti açısından kavramsal bakış" konuşuldu. II. Oturumda "Türkiye‘de özelleştirme konusunda söylenenler, yapılanlar ve yapılması gerekenler" değerlendirildi. III. Oturumda çok değerli örgüt temsilcileri "Özelleştirmelere karşı neler yapıldı, neler yapılmalı?" sorusuna yanıt aradı. IV. Oturumda TMMOB‘ye bağlı odaların yöneticileri "Özelleştirmelere karşı ne yaptık? Ne yapmalıyız?" sorusunu yanıtladılar. V. Oturumda bilim insanları "Özelleştirmelere karşı ne yapmalı? Kamu girişimciliği nasıl geliştirilmeli? Kamu hizmeti nasıl sunulmalı?" sorusuna yanıt aradılar. Sevgili Arkadaşlar, Türkiye‘de Özelleştirme Gerçeği Sempozyumlarıyla, özelleştirme karşıtlarını bir araya getiren Birliğimiz, 40. Çalışma Döneminde düzenlediği bu 3‘üncü sempozyumla da, kapitalist küreselleşmenin küresel krizinin yaşandığı kapitalizmin bu yeni döneminde, özelleştirmelerin yıkımı konusunu bir kez daha görünür kılmayı amaçladı. 2008 yılı sonlarında yaşanmaya başlanan küresel krizle birlikte kapitalist sistemin yeni bir noktaya evrileceği gerçeğinden hareketle, önümüzdeki dönem sistemin kendi alternatiflerinin de tartışılacağı bir dönem olacaktır. TMMOB, gelinen noktada, özelleştirme karşıtlarının entelektüel bir bakış açısıyla konuyu mevcut duruma göre değerlendirip, sosyal bir devlete doğru evrilmenin ne kadar acil bir ihtiyaç olduğunun tespiti yönünde yeni verilerle özelleştirme gerçeğinin bir kez daha vurgulanması gerektiğini biliyor. Bu sempozyumda, özelleştirmenin günümüzde geldiği noktayı, "Ülkemizde ve Dünya‘da Yaşanan Özelleştirmelerin Genel Değerlendirmesi", "Özelleştirmelere Karşı Yeniden Kamu ve Sosyal Devlet Anlayışı", "Yaşanan Küresel Ekonomik Kriz Karşısında Yeniden Kamu Girişimciliği" ve "Özelleştirmelerin Sonuçları ve Toplumsal Yansımaları" başlıkları altında değerli bilim insanları ile hep birlikte inceleyeceğiz. Sevgili Arkadaşlar, Hatırlatmam gerekirse, bu sempozyumun ilk ikisinde özetle şunlardan söz edilmişti: "Özelleştirme" küresel kapitalizmin, ürettiği krizini aşmak amacıyla, özellikle 1980‘li yıllardan sonra mal, hizmet ve sermayenin küresel ölçekte sınırsız dolaşımını sağlamak için "liberal reformlar" adı altında "dünya" ölçeğinde dayattığı, ekonomik, toplumsal, siyasal ve ideolojik boyutları olan küresel politika araçlarından birisidir. Dar anlamda, "Devletin iktisadi faaliyetlerini gerçekleştiren kamu iktisadi teşebbüslerinin yani KİT‘lerin mülkiyetinin özel sektöre devredilmesi"; geniş anlamda, "Devletin iktisadi faaliyetlerinin azaltılması ya da bu fonksiyonunun tümüyle serbest piyasa koşullarına devredilmesi"ni içeren "özelleştirme"lerin ülkemizde yasal altyapısının oluşturulmasına 1983 yılı sonrasında başlanmıştır. 1984‘te 2983 sayılı Yasa çıkarıldı. Özelleştirmelerin uygulama alanının ve önceliklerinin belirlenmesi için, Dünya Bankası istemiyle 1985 yılında "Özelleştirme Ana Planı" hazırlandı. 1986‘da 3291 sayılı Yasa, 1990-94 arası bir dizi KHK, 1994‘te de eksikliklerin giderilmesi amacıyla 4046 sayılı Özelleştirme Yasası çıkarıldı. Özelleştirme çalışmaları, 1984 yılında kamuya ait yarım kalmış tesislerin tamamlanması veya yerine yeni bir tesis kurulması amacı ile özel sektöre devir uygulamaları ile başlamış; 1986 yılından itibaren hız kazanan program çerçevesinde, günümüze kadar yüzlerce kuruluşta halka arz, varlık satışı, devir işlemi ve blok satış yöntemleri ile yapılan özelleştirmeler sonucunda çoğu kurumda hiç kamu payı kalmamıştır. Bu süreçte; doğal tekel alanlarında kamu işletmeleri parçalanarak, kamuya ait çimento, süt, et, yem, dokuma, orman ürünleri, gemi, gübre sanayileri, enerji santralleri, kimya ve petrokimya tesisleri, maden işletmeleri, demir çelik işletmeleri, kâğıt fabrikaları, telekomünikasyon hizmetleri, ulaşım hizmetleri ve bankacılık sektörü özelleştirilerek, alan uluslararası tekellere bırakılmış, ülkemiz daha da fazla dışa bağımlı duruma sokulmuştur. 1990‘lı yıllardan itibaren, KİT‘lerin dışında, Dünya Ticaret Örgütü kararları ve GATS hükümleriyle bağlantılı olarak eğitim, sağlık, sosyal güvenlik ve altyapı hizmetleri de özelleştirme saldırısına uğramaya başlamıştır. Emek ve demokrasi güçlerinin istemleri doğrultusunda değil, küresel sermayenin egemenliğinin bir aracı olarak gündeme getirilen "yerelleşme" politikaları ile su, toprak, orman, kıyılar ve madenler gibi doğal kaynaklar tüm yurttaşların yararlanacağı varlıklar olmaktan çıkarılmış, alınıp satılabilir "mal" konumuna dönüştürülmüştür. Ortaya çıkan sonuç; işsizliğin artması, eşitsizliğin derinleşmesi, sosyal ve ekonomik dokunun zarar görmesi, göçlerin yaşanması, sağlık, eğitim, sosyal güvenlik ve altyapı gibi temel yurttaşlık haklarının piyasalaştırılması, kamu hizmetlerinden yoksun kalma olmuştur. Kamu yönetiminin tüm sektörlerde kırıldığı veya tarım sektöründe olduğu gibi dağıtıldığı, kamu adına karar alma ve uygulama düzeneklerinin "yönetişim" modeliyle küresel sermayenin örgütlerine devredilmeye çalışıldığı süreçte, "katılımcılık", sermayenin kurduğu "sivil toplum örgütleri"ne bırakılmıştır. Ülkeyi "pazar", devleti "tüccar", yurttaşı "müşteri" konumuna getirmeyi amaçlayan ve ironik bir biçimde "AB‘ye uyum" adı altında gündeme getirilen yasal ve kurumsal düzenlemeler ile küresel eklemlenmenin altyapısı tamamlanmaya çalışılmıştır. Ulusal kaynakları iç ve dış sermaye kesimlerine transfer eden borçlanma sisteminin doğal sonucu olarak borç sarmalı içine sıkıştırılmış ve üretimden koparılmış bir ekonomik sistemi kabul etmeye zorlanan insanlarımızın yaşam alanlarını doğrudan etkileyen bu süreç, "küreselleşmenin sorgulanması" bir yana, "neyin ne kadar özelleştirildiği" ve "özelleştirmenin ulusal ekonomiye ve topluma ne getirdiği" boyutlarında da yeterince sorgulanmamıştır. "İdeolojiler öldü" savıyla "küresel kapitalist ideoloji"nin tek doğru olarak dayatıldığı bu dönemde, dünyada ve ülkemizde neo-liberal saldırılara karşı emekten yana güçlerin tepkileri de yeterince etkili olamamıştır. Bunu da burada belirtmek gerekir. Sevgili Arkadaşlar, Bunları hep birlikte söylemiştik. Söylediklerimizi yaşam hep doğruladı: İşte yaşamakta olduğumuz kapitalist küreselleşmenin kendi yarattığı küresel krizi! Son 30 yıldır içine sokulduğumuz kapitalist küreselleşmenin sonuçları bugün ortadadır: 1 milyar kişinin günde 1 dolardan az kazandığı, dünya nüfusunun zengin %2‘sinin dünya servetinin yarısına el koyduğu bir dünyada yaşıyoruz. Kuzey ile güney arasındaki, kadın ile erkek arasındaki, varsıllarla yoksullar arasındaki fark gittikçe açılıyor. Ülkemizde de yoksulların daha fazla yoksullaştığı, siyasal yapıda pek çok değişimin gerçekleştiği biçimde yaşanan süreç, kapitalist küreselleşmenin küresel kriziyle karanlık yüzünü bir kez daha gösteriyor. Neo-liberalizmin kurallarının değişmez olduğu öngörüsü sarsılırken krizden kurtulmak için sistemin taleplerine cevap vermenin de doğru olmadığı ortaya çıktı. Piyasanın inisiyatifine bırakılmış bir ekonomi sürekli kriz üretmekte, faturası da emekçi halka, ücretliye, çalışana kesilmektedir. Özellikle Türkiye gibi kendi kaynaklarını kullanamayan, emperyalizme bağımlı ülkeler bu krizden daha da fazla etkilenecek, etkileniyor da. İşsizlik rekorları kırılıyor bu ülkede. Yoksulluk ve sefalet almış başını gidiyor. Kapitalist küreselleşmenin küresel krizi emekçileri teğet geçmiyor. Üstüne üstlük, adaletsizliğin adaletsizlik olarak, açlığın açlık olarak sürüp gitmesini sağlamak için kapitalist küreselleşmenin bu düzenini korumaktan da utanmadan söz ediyorlar. Onların sözlerinin tükendiğini son olarak geçtiğimiz aylarda İstanbul‘da yapılan IMF ve Dünya Bankası yıllık zirvesinde gördük. ‘İstanbul Kararları‘ olarak adlandırılan kararlarında az gelişmiş ülkelerden daha fazla kaynağı emperyalist merkezlere taşımak dışında bir karar almadılar. Krizden çıkış için çareyi yine "sömürü katmerleştirmekte" buldular. Dünyanın geleceği ile ilgili söyleyebildikleri tek şey; "önümüzdeki yıllarda işsizliğin ve yoksulluğun artacağı, yoksulluk nedeniyle savaşların yaşanabileceği" oldu. Bu kimsenin bilmediği bir konu zaten değil. TMMOB, DİSK, KESK, TTB olarak IMF ve DB Başkanlarına yazdığımız mektupta şöyle ifade etmiştik: "Bugün yaşanan bunalım basit bir iktisadi kriz değildir. Bu artık tarihsel misyonunu tamamlamış bir üretim ve toplumsal sistemin yani kapitalizmin bütüncül bir krizidir ve yakın bir gelecekte derinleşmiş toplumsal krizlerle daha büyük yıkım ve acılara yol açması muhtemeldir. Bu nedenle sürdürmekte ısrar ettiğiniz sermaye yanlısı politikalar bugün olduğu kadar gelecekte de birer uygarlık suçu oluşturacaklardır." Evet, Sevgili Arkadaşlar, Biz mühendisler, mimarlar, şehir plancıları yaşamın her alanındayız. Bizler fabrikalardayız, şantiyelerdeyiz, bürolardayız, sokaklardayız, alanlardayız. Bizler Türkiye‘nin her anında ve her yerindeyiz. Ve gerçekleri bütün çıplaklığı ile görüyoruz. Biz hurafelerin değil, aklın ve bilimin temsilcileriyiz. Biz "Kral çıplak" demeye devam edeceğiz. İçinden geçtiğimiz süreçten, kapitalizmin küresel krizinden, bizlerin de etkilenmemesi olanaksız. Kriz, tüm emekçi kesimleri olduğu gibi bizim örgütümüzün üyelerini de teğet geçmiyor. Türkiye‘de ekonominin küçüldüğü; üretim, istihdam, ihracat ve ithalatının gerilediği bir dönemde üretimin direkt içinde yer alan mühendis, mimar ve şehir plancılarının bu durumdan etkilenmemesi düşünülemez. Mühendis ve mimarların bu süreci durdurmak için; daha örgütlü, daha bütünleşmiş, daha etkin ve insana seslenen, bilimsel, kültürel ve mesleki girdilerle zenginleştirilmiş daha politik bir tavra ihtiyacı bulunuyor. TMMOB, böyle bir dönemde, tüm dünyadaki emekten ve halktan yana güçlere "daha demokratik, daha barışçı, gelirini adaletli paylaşan" bir dünya için büyük görevler düştüğünün bilincindedir. TMMOB ve bağlı odaları, örgütlü gücüyle birlikte sorumluluğun gereklerini yerine getirecektir. Sevgili Arkadaşlar, Sözlerimi bitirirken, bu sempozyumun oluşumunda görev alan "TMMOB Özelleştirmelerin ve Sonuçlarının Takibi Çalışma Grubu"na, görüşlerini bizimle paylaşacak bilim insanlarına, emek ve meslek örgütlerinin çok değerli temsilcilerine ve katılımlarınızdan dolayı sizlere birliğimiz adına çok teşekkür ediyorum. Sevgili Arkadaşlar, Özelleştirme kelimesini duyduğumda nedense aklıma hep Tevfik Fikret‘in sözleri geliyor: Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak! Yarın bakarsınız söner bugün çıtırdayan ocak! Bugünkü mideler kavi, bugünkü çorbalar sıcak, Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak... Yiyin efendiler yiyin, bu han-i iştiha sizin, Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Hepinize saygılar sunuyorum. |